29 Aralık 2010 Çarşamba
1. Türkiye’de uyuşturucu madde sorununa genel bakış
19’uncu Yüzyıl ortalarında dünyayı saran uyuşturucu madde sorunundan Osmanlı Devleti’de etkilenmişti. Ancak o yıllarda dünyada olmadığı gibi Osmanlı Devleti’nde de cezaî ve hukukî önlemler alınmamıştı. Örneğin 1854’de yayınlanan Ceza Kanununda uyuşturucu ve keyif verici maddeleri yasaklayıcı bir hüküm yoktu.(13)
Osmanlı Devleti’nde ilk ciddî ve bilimsel çalışma “Cemiyet-i Tıbbîye-i Mülkiye” tarafından yapılmış ve öncülük edilmiştir. İlk girişimleri esrar konusunda olmuş; yaptıkları bir toplantıda esrarın tedaviden çok keyif verici olarak kullanıldığı ve bunun engellenmesi gerektiği Sadarete bildirilmiştir. Bunun üzerine 1 Mart 1872 tarihinde, Sadaret Tezkeresiyle hint keneviri ekimi yasaklanmıştır.(14)
Uyuşturucu madde ile mücadelede ilk uluslararası nitelikteki, Ocak 1912 tarihli Lahey ve 19 Şubat 1925 tarihli Cenevre Antlaşmalarına Türkiye’de katılarak haşhaş ekimine ülkemizde sınırlamalar getirilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında da katılınılan kongre ve konferanslarda da uyuşturucu maddelere karşı mücadele içinde olunmuştur.
Türkiye’nin uyuşturucu maddelerle ilgili ilk yasağı, 15 Aralık 1926 tarihli ve 1639 sayılı Uyuşturucu Maddeler Kanunu ile getirilen sınırlamalardır. Cenevre Afyon sözleşmesine uygun olarak Türkiye’de afyon üretimi ve alım satımını düzenlemektedir.
10 Ocak 1932 tarihli 1918 sayılı Kaçakçılık Kanunuda bu konuda ağır cezalar getirmiştir.
Bir Japon firması 1930’lu yıllarda İstanbul’da bir eroin fabrikası kurar. Birkaç kaçakçılık olayı da buna eklenince ABD ve Avrupa ülkelerinin tepkilerini alırız. ABD ile değişik girişimlerde bulunulur. Atatürk, konunun önemine binaen, bizzat başkanlık ettiği Bakanlar Kurulunu toplar. Türkiye’nin taraf olduğu 1912 Lahey ve 1931 Cenevre Sözleşmeleri doğrultusunda, 14 Ocak 1933 tarih ve 2108 sayılı Kanun çıkarılır. Haşhaş ekimi ve uyuşturucu madde üretimine sınırlama ve düzenleme getirilir. İstanbul’da kurulan eroin fabrikası kapatılır.
Her ne kadar Türkiye’de afyon kullanılması alışkanlık hâline gelmese de, haşhaş ekimi ziraatın bir parçasıdır ve yüzyıllardır bir çok çiftçinin geçim kaynağıdır. Çünkü haşhaşın uyuşturuculuk dışındaki özelliklerinden yararlanılmaktadır. Kanunlarla getirilen önlemler, o günün ekonomik sıkıntılar çeken Türkiye’sinde kötü sonuçlar da oluşturmuştur. Gelişmeler, haşhaş ekiminin hükûmet kontrolünde olmasının ve hatta bir de (resmî) afyon fabrikası kurulması yönünde olmuştur.
İleri bölümlerde anlatılacağı üzere, uyuşturucu maddelerine özgün alınan önlemlere değişik kanunlarla devam edilmiştir.
2. Türkiye’de uyuşturucu madde kaçakçılığı
Türkiye’nin coğrafî konumu, Asya ve Avrupa kıtalarının birleşme noktası olması, doğusunda üretim bölgelerinin bulunması, transit geçiş yollarının üzerinde yer alması ve buna tarihî konjonktürü (eski medenîyetlerin beşiği ve o medenîyetlerin izlerini taşıması) de eklendiğinde uyuşturucu madde kaçakçılığı için cazip bir ülke olmaktadır.
Türkiye’de kaçakçılığın iki boyutu vardır. Türkiye’de üretilen uyuşturucu maddelerin yurt dışına çıkarılması ve buna karşılık, yurda kaçak eşya girdirilmesidir.(15)
Türkiye’de afyon kaçakçılığı, üretilen haşhaşların Toprak Mahsulleri Ofisine verilmeyen (kaçırılan) kısmıyla başlamıştır. Toprak Mahsulleri Ofisine verilmeyen afyon kaçakçılara veriliyor ve bu da yurt dışına çıkarılıyordu. Son yıllarda, yerli afyondan daha çok dışarıdan gelen afyon ve diğer uyuşturucu maddelerin kaçakçılığında Türkiye yol hâline getirilmiştir. “Altın Hilâl” ülkeleri (Afganistan, İran, Pakistan) bu konuda önde gelen ülkelerdir.
Türkiye’de kaçakçılığı yapılan yerli üretim uyuşturucu maddeler afyon sakızı, baz morfin ve esrardır. Dışarıdan daha çok uyuşturucu madde imalinde kullanılan maddeler gerekmektedir. Asetik asit anhidrit bunlardan baş sıraları teşkil etmektedir.
2.1. Üretim
Daha önceki konularda değinildiği gibi Türkiye’de uyuşturucu madde üretiminin bir yasal bir de yasa dışı yolu vardır (üretim derken, uyuşturucu madde hammaddesi olan bitkilerin yetiştirilmesi de kastedilmektedir).
Yasal üretim, haşhaş ve hint keneviri ekimi şeklinde yapılmakta ve sıkı kontrol edilmektedir. Hâlen 13 ilimizde çizimsiz ve kontrollü haşhaş ekimi yapılmaktadır. Bunlardan elde edilen ürünler Afyon Alkoloid Fabrikasında işlenerek tıbbî amaçlarda kullanılmaktadır. Haşhaş ekimi yapılan illerimiz şunlardır(16): Afyon, Amasya, Burdur, Çorum, Denizli, Isparta, Karaman, Kütahya, Tokat ve Uşak illerinin tamamı ile Eskişehir ilinin Çifteler, Mahmudiye, Seyitgazi, Manisa ilinin Kula, Selendi, Konya ilinin Akşehir, Beyşehir, Derbent, Doğanhisar, Hüyük, Ilgın, Kadınhanı, Karatay, Meram, Selçuklu, Seydişehir ve Tuzlukçu ilçeleridir.
Yasal haşhaş ekimi ve hasatı (vs.) ilgili Kanun(17) gereğince yapılır. Yasal ekimden şu ana kadar bir olay meydana gelmiş değildir (1974’ten bu güne).
Yasal kenevir ekimi de, haşhaşta olduğu gibi, 21 Ekim 1990 tarih 20672 sayılı Yönetmelik’de sınırlandırılmıştır. Yönetmeliğin 5’inci maddesine göre kenevir ekimi ancak aşağıdaki illerimizde yapılabilir:
İLİN ADI EKİM ALANI
Amasya Bütün ilçeler
Antalya Bütün ilçeler
Burdur Bütün ilçeler
Çorum Bütün ilçeler
İzmir Bütün ilçeler
Kastamonu Bütün ilçeler
Kayseri Bütün ilçeler
Kütahya Bütün ilçeler
Malatya Bütün ilçeler
Ordu Bütün ilçeler
Samsun Bütün ilçeler
Sinop Bütün ilçeler
Tokat Bütün ilçeler
Uşak Bütün ilçeler
Şanlıurfa Bütün ilçeler
Yozgat Bütün ilçeler
Rize Bütün ilçeler
Zonguldak Bütün ilçeler
Tablo 1
Aynı Yönetmeliğin 6’ncı maddesine göre de ekim alanındaki sınırlamalar ancak Bakanlar Kurulu kararı ile alınır.
Kaçakçılık örgütleri, üretim bölgelerinden elde ettikleri uyuşturucu madde karlarını artırmak için yasa dışı imalâthaneler de kurmuşlardır. Özellikle, eroini ülkemizde üretmek için, asetik asit anhidrat ve baz morfin kaçakçılığı da yapılmaktadır. 1996 polis kayıtlarına göre yasa dışı imalâthanelerin olduğu iller ve imal edilen uyuşturucu madde miktarları şöyledir(18):
İL MADDE MİKTARI
İzmir 20 kg eroin
Van 1972 kg asetik anhidrat, 0.365 kg afyon, 0.265 kg karbonal
İstanbul 1330 kg eroin, 63 kg afyon, 20 kg asetik anhidrat
Sakarya 0,2 kg eroin, 750 kg baz morfin, 683 kg asetik anhidrat
Tablo 2
2.2. Tüketim (Tüketim yolu)
Türkiye’de uyuşturucu madde tüketimi daha önce de belirtildiği gibi büyük boyutlarda değildir. Toprak Mahsuller Ofisinin alımı Afyon’- daki Alkoloid Fabrikasının da kurulması ve sıkı kontrol uyuşturucu madde kaçakçılığını azaltan nedenlerden bazılarıdır.
Türkiye’nin coğrafik ve jeopolitik konumu, kaçakçılar için elverişli bulunmaktadır. Kaçakçılıkta doğu sınırındaki ya da transit geçiş yollarındaki illerimiz yoğun kullanılmaktadır, batı illerimizden de bazı merkezler liman ve çıkış kapısı görevini görmektedir. Ayrıca ülkemiz, uyuşturucu madde kaçakçılığı rotaları ortasındadır (ya da kesiştiği noktadır).
Ülkemizde, kaçakçılık rotaları şöyledir(19).
- Karadeniz sahil şeridi.
- Doğubeyazıt- Erzurum-Erzincan-Sivas-Ankara.
- Silopi-Viranşehir-Nizip-Adana.
- Adana-Ulukışla-Ankara-Bolu-İstanbul-Edirne.
- Adana-Konya-Afyon-Kütahya-İzmir.
- Hakkari-Van-Bitlis-Diyarbakır-Ankara.
- Doğubeyazıt-Ağrı-Çaldıran-Van-Bitlis-Diyarbakır-Ankara.
Uyuşturucu maddeler bu güzergâhlardan Yunanistan ve Bulgaristan’a oradan diğer rotalar izlenerek Avrupaya götürülmektedir. Ayrıca bu güzergâhların tersi de işlemektedir. Yani, Avrupa’dan ülkemize, ülkemizden de doğu ve ortadoğu ülkelerine kaçakçılık yapılmaktadır.
2.3. Mücadelede ulusal kuruluşlar
Uyuşturucu madde ile mücadelede görevli kurum ve kuruluşlar, başta 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Mücadelesi Hakkında Kanun ve ilgili Yönetmelikler çerçevesinde belirtilmiştir. Bu kuruluşları yargı öncesi ve yargı dönemi diye ikiye ayırabiliriz.
2.3.1. Yargı öncesi mücadele
Yargı öncesi mücadelede görevli 4 ana kurum vardır: Bunlar İçişleri, Sağlık ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığıdır.
2.3.1.1. İçişleri Bakanlığı
2.3.1.1.1. Emniyet Genel Müdürlüğü
Uyuşturucu maddelerde mücadelede, operasyonel ana teşkilâttır. Kendi içindeki değişik birim ve bölümleriyle aktif olarak mücadelede bulunur. Kaçakçılık, narkotik, malî birim, organize suçlar birimi gibi; ayrıca uyuşturucu madde tahlil laboratuvarı da vardır.
2.3.1.1.2. Jandarma Genel Komutanlığı
İçişlerine bağlı olarak, Jandarma Genel Komutanlığı kırsal alanda, sınır bölgelerinde mücadele görevini yerine getirmektedir. Uyuşturucu madde analiz ve tahlili yapan iki de laboratuvarı vardır.
2.3.1.1.3. Sahil Güvenlik Komutanlığı
Deniz yoluyla yapılan kaçakçılıklarla mücadelede Sahil Güvenlik Komutanlığı, içişlerine bağlı olarak gerektiğinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığından da yardım alarak görev yapar.
2.3.1.2. Sağlık Bakanlığı
2.3.1.2.1. İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü
Tıbbî ve tedavi amaçlı uyuşturucu madde kullanımı ve prosedürünü belirler, takip eder.
2.3.1.2.2. Amatem (Alkol ve Madde Bağımlıları Tedavi Merkezi)
Sadece İstanbul (Bakırköy)’da Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bünyesinde kurulu olan tedavi ve rehabilitasyon merkezidir.
2.3.1.3. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı.
2.3.1.3.1. TMO
TMO yasal ekimi, mahsul alımını yapar ve Afyon Alkoloid Fabrikasının işletiminden sorumludur.
2.3.1.4. Gümrük Müsteşarlığı.
2.3.1.4.1. Gümrükler Genel Müdürlüğü.
2.3.1.4.2. Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü.
Gümrük bölgelerinin, giriş-çıkış yapılan kapıların kontrolü ve gerekli tedbirlerin alınmasında görevlidir.
2.3.2. Yargılama Dönemi
a. Cumhuriyet Savcılıkları.
Emniyet mensuplarınca tespit edilen olaylar, yakalanan sanıklar ilk soruşturma için Cumhuriyet Savcılıklarına gönderilir. Cumhuriyet Savcılıklarında son soruşturması yapılmak üzere dava açılır.
b. Ağır ceza mahkemeleri.
c. DGM.
d. Adlî Tıp Kurumu.
e. Sağlık Bakanlığı ve üniversitelere bağlı hastaneler.
C. Uyuşturucu maddelerin uluslararası denetimi
1. Uluslararası önlemler
Uyuşturucu maddelerin yasal olmayan arzından rahatsız olmayan ülke ve toplum yok gibidir. Bu nedenle, bir çok önlemler alınıyor, ya da alınmaya çalışılıyor (çünkü bütün dünyanın kontrolü çok zordur). Bu önlemlerin, amacına ulaşıp ulaşmaması ülkelere göre değişkenlik gösteriyor.
Önlemlerden biri, uyuşturucu madde bağımlılarının tedavi ve rehabilitasyonudur. Buna ek olarak yasa dışı üretim, imal ve trafiğini yok etmek ya da ortadan kaldırmak da önlemlerden sayılabilir. Ayrıca, günümüzde genel olarak alınan önlemler şunlardır(20) :
1. Uyuşturucu madde ile mücadele eden kurum ve kuruluşları devreye koyup onlardan yardım almak.
2. Yasal üretim ve imalinin, gerekli kullanımlara uygun olarak dengesini sağlamak.
3. Yasa dışı üretim ve tüketimini ortadan kaldırmak.
4. Uyuşturucu madde kullananları yeniden topluma kazandırmak için gerekli ve yeterli tedavî ve rehabilitasyon merkezleri açarak onlara yardımcı olmak.
5. Uluslararası anlaşmaların daha verimli uygulanmasını sağlamak.
6. Uyuşturucu madde ile mücadele eden örgütlerin çalışmalarını teşvik ve yardım etmek.
7. Her geçen gün artan ve değişiklik gösteren yeni uyuşturucu madde üretimini sıkı takibe almak.
2. Uluslararası kuruluşlar
Uyuşturucu madde ile ilgili alınan önlemlerden biri de uluslararası kuruluşların bu alanda çalışmalarıdır. Uyuşturucu madde ile mücadele eden bir çok kuruluş vardır. Bu kuruluşlar konu ile ilgili oluşturdukları alt organları vasıtasıyla bunu yapmaktadır. Bu kuruluşlar şunlardır:
2.1. Uluslararası Narkotik Maddeler Denetleme Kurulu (The International Narcotics Board)
BM bünyesinde kurulmuştur. Uyuşturucu maddelerin, yasal olarak elde edilmelerinin, üretim, tüketim ve denetimini yapan bir organdır. Zorlayıcı bir gücü olmayıp, yalnız öğüt ve önerilerde bulunmaktan ileri bir şey yapamamaktadır.
2.2. BM Gıda ve Tarım Örgütü (UNFAO)
UNFAO, uyuşturucu maddelerin ekimi ile ilgilenir. Uyuşturucu madde ekiminin (harmanın) sınırlandırılması ya da kaldırılması ve yerine başka tarım bitkilerinin ekilmesi ile uğraşır.
2.3. BM Yakın ve Orta Doğu Alt Komisyonu
BM bünyesinde kurulan, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve buna ilişkin konularla ilgilenir.
2.4. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
Bu kuruluş daha çok bağımlıların tedavi ve rehabilitesi için araştırmalar yapmak, olanakları ölçüsünde, ülkelere yardımcı olmaktır.
2.5. Uluslararası Polis Örgütü (INTERPOL)
Bu örgütün bir öğesi olan Kriminal Polis Teşkilâtı uyuşturucu madde kaçakçılığını önlemek için önlemler almaktadır.
INCB, WHO, UNFAO ve INTERPOL ile sıkı iş birliği içindedir.
2.6. Avrupa Konseyi
2.7. Pompidou Grubu
Avrupa Konseyi bünyesinde kurulan uyuşturucu madde kaçakçılığı ve bağımlılıkla mücadelede faaliyet gösteren kuruluştur.
2.8. Uyuşturucu Maddeler Mücadele Komitesi
Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) bünyesinde 1982 yılında kurulmuştur.
2.9. Budapeşte Uzmanlar Grubu
2.10. Diğer Kuruluşlar
Avrupa Ekonomik Komisyonu, Uluslararası Alkol ve Alışkanlık Kurulu, Uluslararası Polis Birliği de uyuşturucu maddelerle mücadele eden kuruluşlardır.
3. Uluslararası Anlaşmalar
Uyuşturucu maddelere karşı alınan önlemler arasında yer alan, uluslararası anlaşmalar 20’inci Yüzyıl başında başlayıp, bugüne kadar gelmiştir. Tarihsel gelişim içinde yapılan anlaşmalar şunlardır:
3.1. Şanghay Afyon Anlaşması (1909)
1 Şubat 1909 da yapılan bu anlaşma, Çin’deki afyon üretimi ve tüketiminin artması ve diğer ülkelere (özellikle ABD) de sıçramasıyla oluşan tehlikelerin önlenmesi amaçlıdır. Yapılan toplantıya ABD, Almanya, Avusturya, Macaristan, Çin, Fransa, İtalya, Hollanda, İngiltere, İtalya, İran, Japonya, Portekiz, Rusya, Siyam devletleri katıldılar. İlk uluslararası bir anlaşma olması yönünden önemli bir adım olmakla birlikte, alınan kararlar, bir dilek olmaktan ileriye gitmemiştir.(21)
3.2. La Haye Afyon Anlaşması (1912)
Şanghay toplantısının en önemli sonucu belki de, La Haye Afyon Anlaşmasının yapılmasına zemin hazırlamak olmuştur. 23 Ocak 1912’de imzalanan bu anlaşmaya Şanghay toplantısına katılan ülkeler katılmıştır.
La Haye Afyon Anlaşması, uyuşturucu maddeleri bilimsel olarak ele almış, taraf ülkelerin anlaşma doğrultusunda iç hukuklarında düzenlemeler yapmasını öngörmüştür.
Ülkemiz de 14.1.1933 tarih ve 2108 sayılı Yasa ile bu anlaşmayı kabul etmiştir.
3.3. La Haye Afyon Konferansı (1914)
Önceki, La Haye anlaşmasının yürürlüğe girmesinin kararlaştırıldığı konferanstır.
3.4. I. Cenevre Afyon Anlaşması (1925)
19 Şubat 1925’te imzalanan bu Anlaşmaya 37 ülke katılmıştır. 1912 La Haye Afyon Anlaşmasının hükümleri aynen kabul edilmekle birlikte, uyuşturucu maddelerin uluslararası ticaretinin, imal, ithâl, ihracının kontrol altına alınmasını ve hukukî düzenlemeler yapılmasını öngörmektedir. Anlaşmada bir çok uyuşturucu maddenin tanımı da yapılmıştır.
Ayrıca anlaşmada daimî merkez komitesi de kurularak, üye devletlerden bilgi toplama, istatistik yapma ve anlaşmanın takibini yapma görevleri verilmiştir.
3.5. II. Cenevre Afyon Anlaşması (1931)
Bu Anlaşma 1912 de La Haye ve 1925 Cenevre Anlaşmalarını tamamlar niteliktedir. 44 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Uyuşturucu maddelerinin imalâtının sınırlandırılmasına yönelik kanunlar karara bağlanmıştır.
Türkiyede 2108 sayılı Kanunla anlaşmaya katılmıştır.
3.6. Bangkok Anlaşması (1931)
Bu Anlaşma Bangkok’da 1931’de Siyam ülkeleri ile Batı Avrupa devletleri arasında yapılmıştır. Uzak doğu ülkelerindeki durum yeniden gözden geçirildi. 21 yaşından küçüklere afyon kullanımı yasağı konuldu. Kaçakçılara para cezasının yanında hapis cezası da verilmesi kararlaştırıldı.
3.7. III. Cenevre Anlaşması (1936)
Zararlı ilaçların gayri meşru ticaretinin men’i hakkındaki anlaşmadır. Bu anlaşmayla taraflar, gayri meşru uyuşturucu imalâtı, ticareti gibi konularda cezalar öngören kanunî düzenlemeler yapmayı taahhüt etmişlerdir.
Türkiye bu anlaşmaya 21 Mayıs 1937 tarihinde 3189 sayılı Kanun ile katılmıştır.
3.8. Paris Protokolü (1948)
29 Kasım 1948 tarihinde, Paris’te bir araya gelen devletler, uyuşturucu maddelerden sentetik olanlar daha önce keşfedilmediğinden ele alınmış olduğundan hareketle, bu maddeler hakkında sınırlayıcı, kontrol altına alıcı kararlar almışlardır.
Anlaşmaya göre, sentetik uyuşturucu maddeler de doğal olanlarla aynı kategoride değerlendirilecektir.
Protokol taslağını BM Özel Sekreterliği hazırlamıştır. Protokolü imzalayan devletler, yeni bir sentetik uyuşturucu madde tespitlerini BM Genel Sekreterliğine bildirmeyi taahhüt etmişlerdir. Genel Sekreterlik de durumu Narkotik İlaçlar Komitesine veya WHO’ya bildirecek ve ilaçlar hakkında analizler yapılacaktır. Böylelikle WHO’ya tedbirler alma yetkisi de verilmiştir.
3.9. New York Afyon Konferansı (1953)
Haşhaş ekiminin sınırlandırılmasını, afyon üretim, kullanım ve ticaretini sınırlandırılmasını öngören bu protokol BM ekonomik ve sosyal konseyinin aldığı bir kararla 19.5.1953 ile 18.6.1953 tarihleri arasında New York’ta imzalanmıştır. Anlaşmaya göre, afyon üretiminin tıbbî ve fennî amaçlı kullanımları yönlendirilmesi, resmî kurumlarca üretiminin ve imalin yapılması ve ruhsat getirilmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca anlaşmazlıklar Milletlerarası Adalet Divanında çözüleceği konusunda anlaşılmıştır.
Türkiye 28 Aralık 1953 tarihinde bu Sözleşmeye katılmıştır.
3.10. Tek Sözleşmesi (1961)
Daha önceleri anlaşmalardan istenilen sonuç alınamayınca, BM Ekonomik ve Sosyal Konseyince, çalışmalar yapılmış ve Konseyin “Uyuşturucu Maddelere Dair 1961 Tek Sözleşmesi” olarak 40 üye devlet tarafından imzalanmıştır.
Bu Sözleşme diğer (önceki) sözleşmeleri yürürlükten kaldırmıştır. Sözleşme ile uyuşturucu maddelerin tanımı yeniden yapılmıştır. Önceleri anlaşmalarda öngörülen anlamlar ve sınırlandırmalar, daha sağlam boyutlara bağlanmıştır.
Hâlen yürürlükte olan Sözleşmeye göre, uluslararası konu ile ilgili uyuşmazlıkları Milletlerarası Adalet Divanı çözecektir.
Türkiye bu Sözleşme’ye 27 Aralık 1966 tarih ve 812 sayılı Kanun ile katılmıştır.
3.11. Psikotropik Maddelere Dair Sözleşme (1971)
Sentetik uyuşturucu maddeler 1961 Tek Sözleşmesine dahil edilmemiştir. Bu nedenle bu tür ilaçlar hakkında kararlar alınması gereğini, Ekonomik ve Sosyal Konsey gündeme getirmiş ve sözleşme imzalanmıştır (19 Şubat 1971).
Sözleşme sentetik uyuşturucu maddeleri 4 gruba ayırmıştır.
a. Depressantlar (sedatif hipnotikler).
b. Trankilizanlar.
c. Stimülanlar.
d. Hallüsinojenler.
WHO yeni sentetik uyuşturucu maddeleri eklemeye yetkili kılınmıştır.
3.12. Viyana Sözleşmesi (1988)
1988 tarihindeki Uyuşturucu ve Psikotrop Maddeler Hakkındaki Sözleşme’de, 1971’deki Sözleşme niteliğindedir.
Türkiye her iki Sözleşmeye de katılmıştır.
6 Nisan 2010 Salı
BOĞAZLAR ABD’NİN ‘NÜKLEER’ RAMPASI
Türkiye’deki nükleer silahlarla ilgili konuşan emekli Büyükelçi Baytok’a göre, İncirlik Üssü’nde bulunduğu söylenen ABD'nin 100 taktik nükleer silahı Boğazlar ve Kars’ta konuşlandırılmış
SOVYETLER’E KARŞI
Türkiye'deki varlığı sürekli tartışma konusu olan ancak hiçbir yetkilinin konuşmadığı nükleer silahlarla ilgili emekli Büyükelçi Taner Baytok, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'nin herhangi bir NATO ülkesine saldırmasına karşı, ABD'nin koruma amaçlı Taktik Nükleer Silahları'nı Türkiye'ye de konuşlandırdığını söyledi. Türkiye'de, Sovyetlere karşı iki yerden koruma yapılabileceğini belirten Taner Baytok, bu yerlerin Kars civarı ile Boğazlar olduğuna dikkat çekti.
BAŞLIKLAR ABD’DE
Baytok, şunları söyledi: "Türkiye'de taktik nükleer silahlar var. Fakat bu silahlar zannedildiği gibi İncirlik'te değil, İstanbul Boğazı ve Kars civarında. Bu silahlar bir saldırı olursa kullanılacak olan silahlar. Türkiye Sovyetlere karşı, Boğazlar ve Kars civarından korunur. Dolayısıyla oraları kollamak için konulmuş silahlardır. Nükleer silahların sadece gövdelerinin Türkiye'de bulunduğunun altını çizen Baytok, başlıklarının ise Amerika'da olduğunu söyledi.
Varlığı tartışma konusu olna nükleer silahlarla ilgili emekli Büyükelçi Baytok'tan ilginç iddia: İncirlik Üssü'nde sanılan ABD'nin yaklaşık 100 taktik nükleer silahı Boğazlar ve Kars'ta.
Türkiye'deki varlığı sürekli tartışma konusu olan ancak şimdiye kadar hiçbir yetkilinin konuşmadığı nükleer silahlar ile ilgili emekli Büyükelçi Taner Baytok, önemli açıklamalarda bulundu. "Türkiye'de 1980'li yıllara kadar bir NATO stratejisi vardı" diyen Baykot, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'nin her hangi bir NATO ülkesine saldırısına karşı, ABD'nin koruma amaçlı Taktik Nükleer Silahları'nı Türkiye'de de bulunduğunu söyledi.
Türkiye'de Sovyetler'e karşı iki yerden koruma yapılabileceğini belirten Baytok, bu yerlerin Kars civarı ile Boğazlar olduğuna dikkat çekti. Baytok, şunları söyledi:
"1972'li yıllarda Türkiye'de NATO stratejisi ve Varşova Paktı vardı. O zamanlar NATO'nun stratejisi, Sovyetler Birliğine karşı konvensiyonel silahlarla çatışmak, o olmadığı takdirde NATO toprağına bir saldırı olursa taktik nükleer silahlar ile çatışmak, o da olmazsa Amerika'dan veya Akdeniz'den atılacak stratejik silahlar ile çarpışmaktı. NATO'nun bu stretejisi en başında caydırıcılığı esas alıyordu. Yani 'ben korkutursam karşımdakini, karşımdaki de bana saldırmaz' görüşü vardı. Nitekim öyle oldu ve Sovyetler Birliği herhangi bir NATO ülkesine saldırıda bulunmadı. Türkiye'de elbette taktik nükleer silahlar var. Fakat bu silahlar zannedildiği gibi İncirlik'te değildir. Çünkü bu silahlar koruma silahı. Yani bir saldırı olursa kullanılacak olan silahlar. Nereden korunur Türkiye Sovyetlere karşı, Boğazlar ve Kars civarı. Dolayısıyla oraları kollamak için konulmuş silahlardır. Hiroşima'da nükleer silah atıldı binlerce insan öldü. Yani bu atılacak silahın illaki Taksim'de Beyoğlu' nda atılması söz konusu değil. Bu silah Samsun'da Giresun'da atılsa bile buraya zarar verebilirdi. Zaten artık bu silahlların kullanılmasına ilişkin bir tehdit kalmadı. Çünkü artık Rusya ile NATO arasında böyle nükleer harbe götürecek bir durum söz konusu değil. Bugün bu silahların atılması söz konusu değil."
BAŞLIKLARI AMERİKA’DA
Nükleer silahların sadece gövdelerinin Türkiye'de bulunduğunun altını çizen Baytok, başlıklarının ise Amerika'da olduğunu söyledi. Baytok, "Bu silahın nükleer başlığı olmadan nükleer silah olmaz. Bu silahların gövdesi buradadır. Bu gövdeler eskiden depoda dururdu. Şimdi ne oldular bilmiyorum. Ayrıca bu silahlar çift anahtarlı çalışıyorlar. Yani Amerika'dan başlıklar Türkiye'ye getirilmediği sürece çalışmaz. Çalışması için de hem Türkiye'nin hem Amerika'nın ortak isteği söz konusu” dedi.
5 Nisan 2010 Pazartesi
TASAM ve DENIZ FENERI
TASAM ve DENIZ FENERIKaynak:http://teomankaiser.blogspot.com/2010/04/tasam-ve-deniz-feneri.html
Efendileri
Uşaklari..
Türkiye lime lime edilir iken emperyalist,siyonist ve içimizdeki ihanet kardeşlerinin(yeşil ihanet,AYRILIKÇI Kürt,dönek solcu/liboş)talanına uğrarken; Türkiye'de yaşayan Türklerin bir çoğu gerek korkudan,gerek cehaletten,gerek bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılıktan; başını kuma sokup susarken.
Yurt dışında yaşayan Türkler olayı çoktan çözdü.
Tebrikler CAN DOST.
4 Nisan 2010 Pazar
ERMENİ YALANINDAN İLK DÖNEN
Ukrayna’nın Harkov bölgesindeki bir yerel belediye meclisi, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarıyla ilgili daha önce kabul ettiği kararını iptal etti.
Kırım Haber Ajansı'nın haberine göre, İzyum Şehir Belediye Meclisi, Aralık 2009'da kabul ettiği Ermeni iddialarıyla ilgili kararı, 26 Mart'ta yapılan toplantıda iptal etti.
Haberde, Ukrayna'da alınan bu iptal kararının, dünyada 1915 olaylarıyla ilgili ilk iptal örneği olduğu belirtildi.
Karara ilişkin açıklama yapan ve iptal kararının alınması için çok çalıştıklarını belirten Kırım Azerbaycanlılar Derneği Başkanı Rehim Hümbetov, "Artık Ermeni iddialarına ilişkin kabul edilen kararların iptali için uluslararası düzeyde mücadele etme vaktinin geldiğini" söyledi.
Hümbetov, belediye meclisinin daha önce aldığı kararın, Ukrayna kanunlarına aykırı olduğunu belirterek, incelenmesi ve iptali için İzyum savcılığına da başvurduklarını ve yoğun çabalar sonucunda kararın iptal edilmesini sağladıklarını belirtti.
Yaklaşık 60 bin nüfuslu şehir, Harkov'un merkezinden 120 kilometre uzaklıkta bulunuyor.
Hürriyet.03.04.2010
3 Nisan 2010 Cumartesi
TARİHİ BELGELERLE ERMENİ SOYKIRIMI
TARİHİ BELGELERLE ERMENİ SOYKIRIMI
Ermeniler tarafından 31 Mart 1918’de Azerbaycan Türklerine karşı soykırımı yapılmıştır. Bu soykırımda sadece Bakü’de 15 bin Türk katledilmiştir.
Ağamirov’a göre Ermeni çete başı Şaumyan Azerbaycan’ın Quba, Ağdam, Zengilan, Şamahı gibi ilçelerinde binlerce kişiyi ihtiyar-çocuk, hamile demeden katletmiştir.[1] Ermeni çeteler bu soykırımı yaparken Azerbaycan Türkü olan Bolşevikleri bile öldürmüşlerdi. Türk Bolşevikler, kendilerini savunmak amacıyla “Biz Bolşeviğiz ama” deseler de bu onları kurtarmaya yetmemiştir.
Ermeniler Azerbaycan Türkleri olan bu Bolşevikleri her şeyden önce Türk oldukları için katlediyordu. Ermeni çeteciler karnında bebek olan hamile kadınların karınlarını süngüyle deliyor ve bebeği dışarı çıkarıyor, kadınlara tecavüz ettikten sonra onların memelerini kesip, eğer kadın hamileyse karnındaki bebeği de öldürüyordu.[2]Erkeklere verilen zulümde ise esir alınan erkek Azerbaycan Türkü askerler, tamamen etkisiz hale getirilerek, annelerinin gözü önünde cinsel organları kesiliyor ve gözleri oyuluyordu.[3]
Bu denli vahşeti insanlık tarihinde ilk olacak işkence yöntemlerini Azerbaycan Türklerine karşı uygulayan Ermeniler adeta bir Haçlı savaşı başlatmış bulunuyorlardı. Olayları 1918’de Türkiye’den Azerbaycan’a bu vahşeti durdurmaya giden Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Paşa biraz da olsun yatıştırmaya çalışıyordu. Nuri Paşa Azerbaycan’a geldikten sonra bu vahşet olayları yatışmış ve sükunet hakim olmuştur.
Kafkasya coğrafyası gerçekten de her zaman bölgenin kanayan yarasıydı. Azerbaycan’a gelen Türk Ordusu Azerbaycan’ı bu zor durumdan kurtarırken diğer tarafta Türkiye 1918 sonu yaklaşırken savaşı kaybetme noktasına gelmişti. Türkiye böylesine zor bir dönemde bile kardeş Azerbaycan’ı unutmamış ve elini Azerbaycan’a uzatmıştır. Bu yardımlaşma müteakibinde Azerbaycan’da Komünist rejim iktidara geldikten sonra, yani 1920 yılının 28 Nisanında bile devam etmiştir. Azerbaycan
Azerbaycan’ın milli kahramanı olan Nerimanov, Bakû’deki olası ulusal katliamı önlemiş, Türk dünyasının kalkınması için mantıklı siyaset üretmiş, hem de Lenin’i Türkiye’ye yardıma ikna eden şahıs olmuştur. Çalışma, esasen Azerbaycan
Mustafa Kemal Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu
Karabekir Paşa'ya yazdığı bir mektupta "Devlette hiç para kalmadı. Şu
anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka
kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan hükümetinden borç
para alınmasını temin etmenizi rica ederim" diyordu. Kazım Karabekir
Paşa, isteği Azerbaycan hükümetine iletti. Bu istek, Azerbaycan
1921 yılı içinde Nerimanov'un şahsi emri ile Azerbaycan Dışişleri
Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü
münasebetiyle çektiği telgrafta "...Kazanılan bu büyük zaferlerden
dolayı Türk halkını Azerbaycan
kutluyoruz." diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının
yardım için 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin[5]
gönderdiğini bildiriyordu.
Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan Devleti, TBMM hükümetine 62 sistern
petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde
petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu
taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yolu ile Azerbaycan dokuz bin
tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi.
Mustafa Kemal Paşa 1921 yılında Nerimanov'a bir mektup yazarak borç
para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov'a
ulaştırdı. Nerimanov, derhal
devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silah için kullanıldı. Daha
sonra Nerimanov Rusya'dan aldığı 10 milyon altın rubleyi Ankara'ya
gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir
düzelme oldu.
23 Mart 1921'de Azerbaycan hükümeti talep etmediği halde Türkiye'ye
Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern
benzin, 8 sistern yağ gönderdi.[6]
Nerimanov, Mustafa Kemal Paşa'nın yazdığı mektuba yazdığı cevabi
mektubunda her gün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden
kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını
kutladığını yazıyor ve sonra ilave ediyordu; "Paşam, bizim Türk
milletinde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin
elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya
devam edeceğiz."[7] Bugünkü Türkiye iktidarının ise bunları unutarak Ermenistan’la yakınlaşmalar kurması hiç de Azerbaycan tarafından hoş karşılanacak bir durum değildir.
Uluslararası İlişkiler uzmanı
[1] AĞAMİROV, Midhet; Birinci Rus İnqilabı İllerinde Azerbaycan İctimai Fikrinde Milli Meseleye Dair (Azerbaycan Türkçe’sinde: Birinci Rus İnkılabı Yıllarında Azerbaycan Toplumsal Fikrinde Milli Olaylara Ait), Elmneşr Yayınları, Bakû, 1963, s. 45.
[2] http://human.az, 31.03.2010.
[3] Azerbaycan Xazar TV’de 2007’de yayımlanan belgesel.
[4] Elnur Hasan MİKAİL; “Atatürk Dönemi Türkiye Azerbaycan İlişkileri 1919-1938”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya, 2010.
[5] Kerosin ham petrol rafinerilerinde elde edilen bir bölüntüdür. Ancak henüz kükürt içermediği için, kerosin, Kerosin Desülfirizasyon ünitesinde kükürdü alınarak piyasaya gaz yağı olarak arz edilir. Gaz yağı yakıt olarak ve solvent olarak kullanılmaktadır. Jet yakıtında da bir miktar kerosin bulunmaktadır. Ön ısıtıcılar denildiğinde ise, ısı alışverişi yapan exchangerlar akla gelir.(Exchangerlar ham petrolü ısıtırken, distilasyon kolonundan çıkan nafta, kerosin, hafif ve ağır dieselin sıcaklığını düşürür.)
[6] “Kardeş Kömeği, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Mücahit Dergisi, C. 2, Sayı: 21-22, Ekim-Kasım, 1959.
[7] A. Şemseddinov, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler Birliği Alâkaları, s. 66
KOALİSYONUN ADI: AKPKK
KOALİSYONUN ADI: AKPKK
"Dün Van'daydım. O yaşadığımız olayları izlediniz. Bu olaylarla ilgili doğru bir değerlendirme yapmanıza yardımcı olmalıyım. Bu olay oradaki BDP'lilerin yaptığı bir olay değildir. Bu konudaki samimi kanaatimi açıkça ifade etmeliyim. Bu olay AK Parti'nin organize ettiği bir olaydır. Bu olay Van halkının sorumluluğunda ortaya çıkan bir olay değildir. Van Havaalanına indik. Çok güzel bir karşılama oldu. Şehir içinde çok sıcak bir ortamın içinde karşılıklı selamlaşarak güler yüzle Van sokakları içinden
geçtik. Kentin bütün esnafını, caddelerini geçtik. Hiçbir sorun yok. Gerçek Van halkı karşımızdaydı. Kongrenin toplanacağı sokağın başına geldik. Birkaç yüz kişi toplanmış. Ellerinde pankartlar var. Yürüdük geçtik. Büyük bir coşku içinde kongreyi tamamladık. Yazdıkları pankartlar BDP pankartları değil. Başka bir iş vardı."
"Kızgınlık öfke tepki eden ifadeler. Biraz konuyla ilgilenen arkadaşlarımız o anda ve gece buraya gelinceye kadar bize gerekli istihbaratı aktardılar. Açıkça Ak Parti'nin sorumluluğu altında Başbakan'ın yardımcısı Hüseyin Çelik'in yakınları orada bu olayı yapmıştır. Bu olay yaşanırken, MYK üyemiz arkadaşımıza Van'ın BDP'li Belediye Başkanı telefon açtı. Bize, 'Şunu çok açık bilmenizi istiyorum, BDP ile ilgili bu olayın hiçbir alakası yoktur' dedi. Yerel medya temsilcileri de gerekli çalışmayı yaptılar. Son seçimlerde kaybeden Van'ın AK Parti'li eski belediye başkanı olmak üzere pek çok AK Parti'linin bu olayın içinde yer tuttuğu çok açıkça yer bulmuştur. İlk kez 1959'da Uşak'ta İsmet Paşa'ya taş atılmasından bu yana ilk kez
iktidardaki bir partinin himayesinde böyle bir saldırı, bir sokak eylemi ilk kez sergilenmektedir"
"AK Parti işi sokağa dökmüştür. AK Parti işi sokak saldırılarına dökme noktasına gelmiştir. Bu büyük bir acizliktir. Utanç verici bir manzaradır. Bu olaylar, onu gerçekleştiren hiçbir partiye hayır getirmemiştir. Bir iktidar partisi, ana muhalefet partisine böyle bir tepki gösteriyor. Bir muhalefet partisi Sivas'ın ötesine geçemiyorsa, bundan bizzat Başbakan
sorumludur. Başbakan bu sözüyle tespit değil tehdit yapıyormuş. Sivas'ın ötesine geçerseniz, ben karışmam diyormuş. Çok üzüntü verici bir tablodur. Böyle bir tablo karşısında iktidar bu manzaradan dolayı büyük üzüntü duymalı ve özür dilemelidir. Gerçekten hukuka saygılı bir iktidar varsa onun görevidir. Hiç kimse bizi yurdumuzun herhangi bir parçasına gitmekten alıkoyamaz. Biz de bu olaylardan dolayı hiçbir şekilde üzüntü içine girmeyiz. Bileceğiz ki bu olaylar Van halkına yakışmaz. Bu iş gücünü iktidardan alan bir çetenin işidir. Eğer bugüne kadar Van'a bir gidiyorsak bundan sonra 3 gideceğiz. CHP'nin ilkelerini ve politikalarını Türkiye'ye hep beraber taşıyacağız"
Bu sözler Bartın İl Kongresine katılan CHP Başkanı deniz Baykal’a ait tarihe geçecek ibretlik cümleler. Bu konuşmasını canlı olarak veren tek kendi kanalı Halk Tv vardı ve tamamını dinledim. Ana muhalefet partisinin konuşmasını ne yazık ki medyamızın hiç biri canlı vermiyor. Bu bile medyamızın içler acısı durumunu görmeye yeter.
CHP’li olalım ya da olmayalım. Deniz Baykal’ı sevelim ya da sevmeyelim. Bu cümleler tarihe geçecektir.
Ama gelelim bu tarihi konuşmanın analizine.
Bir iktidar partisinin başkan yardımcısı (Hüseyin Çelik) hısım akrabasını topluyor ve Ana muhalefet partisini taşlatıyor.
Hüseyin Çelik bunu yaptırırken ne düşünüyordu dersiniz?
Ben söyleyeyim:
Türk halkı bunu pkk’nın siyasi kanadı olan BDP’den bilecek.
Ve gerçektende böyle düşündük.
Ama BDP il başkanı arıyor ve “bu bizimle alakalı değildir” diyor.
Emin olun eğer BDP bunu yapmış olsa zaten kalkıp aramazdı.
Buradan çıkan sonuç şudur:
Bir iktidar partisi terör örgütünün siyasi kanadından daha saldırgan ve hukuk tanımaz olmuştur. Bu resmen dibe vuruş, siyasi bir rezillik, son çırpınışların işaretidir.
Deniz Baykal çok doğru ama az söyledi.
Tayyip Erdoğan’ın “Sivas’tan öteye geçemezsiniz” sözleri “tespit değil tehditmiş” Yani “Sivas’tan öteye geçerseniz size saldırtırım” diyormuş başbakan.
Bu olaylar bana daha önce yazdığım bir yazıyı hatırlattı.
AKP radikalleşiyor. Pkk siyasallaşıp normalleşiyor. Ve bunun sonu AKP-Pkk koalisyonuna gider temasını işlemiştim. Bu olay bu tezimi doğrular nitelikte. Hatta seçimlere yaklaştıkça ve yandaş medyadan halka sunulmayan gerçek kamuoyu yoklamaları ellerine ulaştıkça Pkk’nın siyasi kanadı ve AKP yer değiştirecektir. AKP bayıla pkk ile koalisyon yapmak isteyecektir.
Pkk’nın siyasi kanadı AKP’nin çöküşüne ortak olmak istemeyecektir. Belki bir ihtimal çöken binadan bir iki parça eşya kapabilir miyim? Derse de binanın altında kalacaktır.
Bu iş bitmiştir ve emperyalistlerin uşaklarının tek çıkışı ağlayarak, zırlayarak Türk Halkının önüne çıkmaktır.
Anayasayı değiştirme isteklerinin iki ucu vardır.
Ve mutlaka bu halka anlatılmalıdır.
Sadece kendini kurtarmak için yapılan suçlardan yargıyı yok ederek veya yandaş yaparak kurtulmak değildir.
Diğer olasılık ise halk oylamasına gidilse bile bir yıl gerekmektedir ve bu 2011 eder. Yani seçimler var ve halk oylaması yetişmeyecektir.
İşte burada kırmızı ışıkta duran, Ecevit’e Anayasa Kitabı fırlatan, tüm eleştirileri sessiz kalan emekli Reis-i cumhur Ahmet Necdet Sezer’in ağzından olduğu iddia edilen sözcükler piyasada dolaşıyor. Özetle suskun emekli şunu diyor:“Anayasa değişikliği güçler ayrılığını değil, güçler birliğine sebep olur. Bunu Anayasa mahkemesi iptal eder.”
Güzel ederde ağlaya, zırlaya yedi senedir milleyin anasını ağlatan iktidar zaten bunu istiyor. Seçime giderken medya gücü elinde, kendi zenginini oluşturmuş Akp bunu nasıl kullanır?
Anayasayı değiştirecektik, demokratik çağdaş bir anayasa yapacaktık. Fakat biz dindar olduğumuz için Anayasa Mahkemesi alevi olduğu için, TSK dinsiz olduğu için buna izin verdi. Bundan güzel ağlama mı olur?
Bu daha önce denendi ve sonuç aldı. Türk halkının yumuşak karnı dindir ve emperyalist uşakları bunu çok iyi kullanmaktadır.
Ata daha 23’lü yıllarda anlam olarak şu cümleleri kullanmıştır.
Emperyalistler bir dahaki gelişlerinde dini kullanacaklar.
İşte geldiler.
Görüşmek umuduyla.
NOT: Ahmet Necdet Sezer’i eleştirmek değil maksadım. Bunca olay olurken sakin emekliyi oynaması ve hiç olmadık zamanda AKP’nin önünü açacak konuşma yapmasınadır tepkim. Görevi esnasında sevdiğimiz saydığımız bir insandır.
NÜKLEER BOMBALAR ÇOKTAN ATILDI AMA YERE DÜŞMEDİ
İran’ın Uranyum zenginleştirmesini engellemek için Rusya Federasyonu ile Milletler arası Enerjisi Kurumu (IAEA) küresel uranyum zenginleştirme merkezi adlı bir proje üzerinde çalışıyorlar. IAEA ile Rusya Federasyonu arasında Viyana'da bu konuyla ilgili bir anlaşma imzalandı bile. Böylece İran’ın uranyum zenginleştirmekten vazgeçeceği düşünülüyor. Ama İran için bir onur meselesine dönüşmüş nükleer enerjiden vazgeçmeye niyeti yok. Lakin İran elinde 100 civarı nükleer silahı olan Pakistan’da ABD’nin neler yaptığını biliyor. Etnik, dinsel kışkırtmacılıklar ve Afganistan’dan Pakistan’a kaydırılan operasyonlar nedeniyle Pakistan tam bir kargaşanın içerisine itilmiş durum da. Yani bırakın nükleer santralleri ve enerji üreterek zenginleşmeyi elinizde nükleer bombanızın olması bile sizi ABD, AB ve İsrail’in hedefi yapmaktan kurtaramıyor. Çünkü bu nükleer gücün sadece ABD’nin ve İsrail’in elinde olması isteniyor. Dünyanın kabadayılığına soyunmuş bu iki ülke karşısında hiçbir güç istemiyor.
Oysa İran’dan ve Pakistan korkuları onları çok farklı bir sürece sürüklüyor.
Eski Hıristiyan düşman hatta soğuk savaşın bir numaralı aktörü Rusya bu korkudan en karlı çıkan ülke oluyor. Lakin Rusya ve Kazakistan bu küresel enerji merkezi için çoktan uranyum zenginleştirmeye başlamış bile. Kazakistan’da zenginleştirilen uranyumun stoklanması, korunması gibi tüm masraflar Rusya tarafından karşılanıyor.
Buda Müslüman düşmanlar Pakistan ve İran korkusu eski düşman Rusya’yı şimdiden zengin etmiş ve nükleer enerji konusunda da en söz sahibi duruma getirmiş durumda.
İşte tam bu noktada ABD’nin ayak işlerini yapmaya alışmış Reis-i Cumhurumuz Pakistan’a gidiyor. Hiç bir özelliği kalmamış ve ülkesini yönetemeyen ABD güdümlü ve muhtemelen çok yakında darbe ya da başka bir olayla iktidarı sona erecek olan Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari ile görüşüyor. Hatırlarsanız daha öncede bizim reis-i cumhurumuz Kırgızistan ABD’nin Afganistan’ı bombalamada kullandığı hava üslerini kapatmak istediğinde gitmiş ve arabuluculuk yapmıştı. Ve başarılı da olmuştu. Şimdiki görevi de muhtemelen ABD tarafından bombalanan Pakistan halkına ABD müttefiki Müslüman imajıyla ABD yandaşı iktidara destek vermek ve ABD karşıtı tepkilerin birleşmesi engellemek olsa gerek.
Umarım sadece kuruntudur. Ama ABD üsleri kapatılması gündeme gelir gelmez Kırgızistan’a uçması ve üslerin kapanmasını engellemesini unutmak mümkün değil.
Yine gelelim ABD ve İsrail tarafından unutulan eski düşman Rusya Federasyonuna. Putin’in deyimiyle “Rusya küresel sivil nükleer piyasasının yüzde 25'ini elde edebilecek potansiyele sahip.”
ROSATOM, bugün milletlerarası uranyum zenginleştirme piyasasının yüzde 40'ını, küresel yakıt tedarikinde de yüzde 17'sini elinde bulunduruyor. Biz ise ABD’nin çıkarları için Müslüman ülkeleri kapı kapı dolaşıyor gülücükler saçıyoruz. Üstelik onların ABD tarafından kırılmalarına göz yumarak.Siz bukadar gezen başka bir iktidar gördünüzmü?Bunu marifet gibi sunmalarına bakmayınız.Yada başka bir devlet iktidarlarında bizimkiler kadar gezen gördünüz mü?
En son bu gün İngiliz basınına yansıyan “ABD Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa ülkelerindeki nükleer modası geçmiş bombalarını toplatacak” haberi de düşünüldüğün de
ABD’nin İran’ın bunca yatırımını bırakması için ciddi bir çabası olduğu anlaşılıyor. Haberin çıkmasında bir hafta önce de Sebahat Tuncer’in İncirlik’te ki ABD bombaları konusunda soru önergesi vermesi de ABD’nin ayrılıkçı Kürtlere ufak bir jesti olsa gerek.
Kısacası ABD ve İsrail bırakın nükleer bombayı böyle bir enerji kaynağının Müslüman bir ülkenin elinde olmasını istemiyor. Bunun için eski düşmanın zengin olmasını söz sahibi olmasını bile göze alıyor.Dünyanın kabadayısı olmak riskleride göze almayı gerektiriyor.Bu arada Putin ters hamlelere devam ediyor. Hindistan gezisinde 16 nükleer santral yapılmasına imza atıyor.
Görüşmek üzere.